Daha önceki bölümde ateist
Siyonistlerin, Yahudilerin Filistin’e dönüşünü ‘kutsal bir hedef’ olarak
gördüklerini ve bunun için yapılacak savaşı da ‘kutsal bir savaş’
olarak nitelendirdiklerini inceledik. İsrail halkının eğitiminde bu
kutsal savaş fikri çok önemli bir yer tutar. Hatta İsrail Devleti’nin
önde gelen yöneticileri zaman zaman çocukların mutlaka ‘ateist Siyonist’
eğitimden geçirilmeleri gerektiğini açıkça dile getirirler. Milli
Eğitim Bakanı Limor Livnat’ın Aksa İntifadası’nın en şiddetli
günlerinden birinde yaptığı, “Okulların İsrail’in güvenliğini sağlayan
önemli unsurlardan biri olduğu ve çocukların ateist Siyonist eğitim
almaları gerektiği” açıklaması bunun örneklerinden birisidir.25
Ateist Siyonistler tarafından Muharref Tevrat’ın bazı açıklamaları
kullanılarak hazırlanan bu eğitim sisteminde, Eski Ahit kitabının çok
özel bir yeri vardır. Bu kitapta, İsrailoğullarının Yeşu önderliğinde
Filistin’in yerli halkına yaptığı (veya yaptığı iddia edilen) vahşetler
övgüyle anlatılmaktadır.
Roger Garaudy’nin Türkçeye Siyonizm Dosyası adıyla tercüme edilmiş olan eserinde bu anlayış şu şekilde ifade edilir:
Bugün ‘kutsal savaşı’ körüklemek amacıyla askeri
hahamlar tarafından durmaksızın dile getirilen ve İsrail’de okullarda
ders kitabı olarak okunan Yeşu’nun Kitabı (Eski Ahit, Yeşu Bölümü), ele
geçirilen ülkelerde halkın kutsal amaçla yok edilmesi ve herkesin
‘erkekler gibi kadınların da, çocukların da, ihtiyarların da kılıçtan
geçirilmesi’ üzerinde ısrarla durmaktadır.26
Bu anlayışla yetişen ve
yetiştirilen İsrail askerlerinin, ele geçirdikleri yerlerde yaşayan
halka davranışları da bu doğrultuda olmaktadır. Bugün henüz 18 aylık
bebeklerin yataklarında uyurken İsrail helikopterlerinin attığı bombalar
sonrasında can vermeleri, zeytin bahçelerinde çalışan küçük kızların
hiçbir gerekçe yokken üstlerine açılan ateş sonunda hayatlarını
kaybetmeleri, okuldan dönen çoçukların saldırılar sonucu yaralanıp sakat
kalmaları Filistin topraklarında alışılmış bir manzara haline
gelmiştir. Çok sık rastlanılan bu insanlık dışı manzaraların ardında söz
konusu ateist Siyonist eğitim yatmaktadır. Nitekim bu eğitimin ve beyin
yıkama metodunun İsrail vatandaşları arasında son derece etkili olduğu
yapılan araştırmalar neticesinde de ortaya çıkmaktadır. İsrail’de
Tel-Aviv Üniversitesi psikoloji uzmanı G. Tamarin tarafından yapılan bir
testte, 4. ve 8. sınıf öğrencilerine, Yeşu Kitabı’nda anlatılan tarihi
Eriha katliamı ile ilgili açıklamalar dağıtılmış ve şu soru sorulmuştur:
“İsrail ordusu savaş sırasında bir Arap köyünü ele geçirdiğinde,
Yeşu’nun Erihalılara yaptığını Arap halka yapmalı mıdır?” Bu soruya
verilen “evet” cevabının oranı %66 ve %95 arasında değişmiştir.27
|
İsrail Devleti yetkililerine göre, çok küçük yaşlardan itibaren çocuklara ateist Siyonist düşünce aşılanmalıdır. Üstün ırk anlayışıyla yetişen İsrail askerlerinin Filistinlilere yönelik sert davranışları da bu vahşi telkinin bir sonucudur. |
Roger Garaudy, Yeşu Kitabı’nın ve genel olarak Eski Ahit’in ateist Siyonist terörün kaynağı olduğunu şu şekilde vurgular:
Siyasi ateist Siyonizm, ‘vaat’ kavramını ve bu vaadin
gerçekleşmesi için kullanılan yöntemleri Yeşu’nun kitabından
çıkarmıştır. Buna göre Tanrı, Yeşu Peygambere diğer halkları yok etme
emri vermiş, Yeşu da bu emri yine Tanrı’nın yardımı ile yerine
getirmiştir. Aynı şekilde ‘seçilmiş halk’ ve Nil’den Fırat’a uzanan
‘Büyük İsrail’ gibi kavramlar da Yeşu’nun kitabına dayalı olup siyasi
ateist Siyonizmin temel ideolojisidir.28
İsrail’in Davar isimli gazetesinde yayınlanan bir
İsrailli askerin hatıraları da bu konuda önemli bir örnektir. Söz konusu
asker 1948′de Dreima adlı Filistin köyünün ele geçirilmesi operasyonuna
katılmış ve gördüğü vahşi manzarayı şu sözlerle dile getirmişti:
… 80-100 kadar erkek, kadın ve çocuk öldürülmüştü.
Çocukları kafalarına sopalarla vurarak öldürdüler. Her evden en az bir
kişinin canına kıyıldı. Köylerde erkek ve kadınlar yiyecek ve su
verilmeksizin evlere kapatıldılar. Sonra da sabotajcılar gelip evleri
havaya uçurdu. Bir kumandan bir ere emir vererek havaya uçurmak istediği
bir evin içine iki kadın kapatmasını söyledi. Bu arada bir asker
öldürmeden önce bir Arap kadının ırzına geçtiğini anlattı. Yeni doğmuş
bir çocuğu olan bir Arap kadınına birkaç gün süreyle etraf
temizletildikten sonra kadın ve çocuk öldürüldü. ‘Harika bir adam’ diye
nitelendirilen iyi yetiştirilmiş, iyi bir eğitim görmüş kumandanlar
aşağılık katiller haline gelmişti. Hem de gelişen korkunç olayların
içinde ister istemez bu duruma düşmüş değillerdi. Aksine soykırımı ve
yok etme planlarını bilinçli bir şekilde kullanıyorlardı. Onlara göre
dünyada ne kadar az Arap kalsa, o kadar iyi idi…29
|
Keskin nişancı İsrail askerleri savunmasız Filistin halkını, kadın, çocuk demeden mermi yağmuruna tutuyorlar. |
Yukarıda verdiğimiz örnek, elli yıldır defalarca tekrar etmiş vahşet sahnelerinden sadece bir tanesidir.
İsrail Devleti’nin kurulmasından önce Filistin
halkını yaşadıkları topraklardan çıkarma görevini Haganah, Irgun ve
Stern çeteleri yürütüyordu. İsrailliler 1948 öncesinde bu terör
örgütleri ile daha sonra da İsrail ordusu aracılığı ile tarihte eşine
zor rastlanır bir terör uyguladılar. Geleceğin İsrail Başbakanlarından
Irgun Terör Örgütü lideri Menahem Begin, uyguladıkları terörün
stratejisini şu sözlerle tarif ediyordu: “Arapların savaşı ancak
evlerinin, kadınlarının ve çocuklarının savunması üzerine kurulu
olabilecek.”30 Yani, ateist Siyonistlerin savaşı masum halk ile olacaktı.
Gerçekten de o tarihten beri Müslümanlar evlerini,
çocuklarını ve kadınlarını İsrail teröründen koruyabilmek için mücadele
vermektedir. Üstelik bu terör, başta belirttiğimiz gibi İsrail
Devleti’nin sistemli bir devlet politikasıdır. Ortadoğu uzmanı gazeteci
Flora Lewis, International Herald Tribune’de yayınlanan makalesinde
İsrail tarzı vahşeti şu şekilde tanımlar:
İsrail yetkilileri için öldürmek ve katletmek,
yargılamaktan çok daha adil, net ve kesin bir yöntemdir. İsrail eski
Savunma Bakanı yardımcılarından Ephraim Sneh İsrail’in bu politikasını
gayet açık bir şekilde dile getirmektedir: “Eğer herhangi biri, terörist
faaliyette bulunmuş ise veya böyle bir eyleme yeltenmişse, o kişi
vurulmalıdır… Bu hem etkili, hem kesin, hem de adil bir yöntemdir.”31
Hemen belirtmek gerekir ki, İsrail’in mücadelesi
Eprahim Sneh’in belirttiği gibi terörist unsurlarla sınırlı kalmamakta,
İsrail bir halkı toptan kendisine hedef edinmektedir.
|
SOKAKTA İNFAZ
VE KATLİAM
Filistin’de yıllardır masum insanların kanının dökülmediği bir gün neredeyse geçmiyor. İsrail askerleri sistemli bir şekilde Filistin halkını yok ediyorlar. Köyler bombalanıyor, evler yıkılıyor, tarım alanları yakılıyor. Dünya basınında da zaman zaman yer alan bu zulüm, ne yazık ki dünya devletlerinin harekete geçmesi için yeterli olmuyor. Crescent International dergisinde yer alan “İsraillilere vahşet özgürlüğü tanındıkça, Filistinli ölülerin sayısı artıyor” şeklindeki haber bu durumu açıkça gözler önüne seriyor. The Washington Report on Middle East Affairs dergisinde yer alan “Gazze’de İsrail roketleri, insan haklarının yerini alıyor” başlıklı haber ise Filistin topraklarında şiddetin daha da artacağının sinyallerini veriyor. Türk basınında yer alan diğer haberler de durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor. |
Burada yer verdiğimiz detaylar İsrail Devleti’nin
yaptığı zulümlerin sadece küçük bir kısmıdır. Ancak bu Müslümanların çok
yakından tanıdığı bir uygulamadır. Çünkü Kuran’da verilen Firavun
örneği ile ateist Siyonist İsrail yönetiminin masum Filistin halkına
yaptıkları arasında çok büyük benzerlikler bulunmaktadır. Firavun da
kendi döneminde savunmasız, zayıf bırakılmış kişileri hedef almış,
onları vahşice katletmiştir. Üstelik Firavun kavminin önde gelenleri de
topraklarına karşı güçlü bir bağlılık göstermiş, Hz. Musa için, “Sizi
topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor” (Araf Suresi, 110) diye
iftirada bulunmuşlardır. Bu benzerliğe dikkat çeken kişilerden birisi de
ünlü İsrailli gazeteci-yazar Uri Avnery’dir. Avnery, The Murder of
Arafat (Arafat’ınÖldürülmesi) başlıklı yazısında, İsrailoğullarının
Mısır’da esir edildiği dönemlerin hiç unutulmamasının Yahudiliğin temel
inançlarından biri olduğunu hatırlatmaktadır. Avnery’e göre Firavun’un
Mısır’da yaptığı zulmün bir benzerini bugün İsrail, Filistinlilere
yapmaktadır:
Şu an şahit olduğumuz olaylar, Şaron’un adeta bir
Firavun bizim de antik Mısır halkı olduğumuzu göstermektedir. Eski
Ahitte bize, Allah’ın Yahudilere bu sıkıntıları, başlayacakları uzun
yolculuk için daha çok güç toplamaları, dayanıklılıklarının artması için
yaşattığı bildirilir. İşte Filistinlilerin de içinde bulunduğu durum
tıpkı böyledir.
Kuran’daki ayetlerde ise Firavun’un savunmasız insanları nasıl katlettiği şu şekilde ifade edilir:
Hani Musa kavmine şöyle demişti: “Allah’ın
üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O sizi Firavun ailesinden
kurtarmıştı, onlar sizi en dayanılmaz işkencelere uğratıyor,
kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda
sizin için Rabbinizden büyük bir sınav vardır.” Rabbiniz şöyle
buyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve
andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek
şiddetlidir.” (İbrahim Suresi, 6-7)
Firavun o dönemde bu zulümleri İsrailoğullarına
yapmış, İsrailoğulları ise Allah’ın yardımıyla Firavun vahşetinden
kurtulmuştur. Çağımızda ise bu kez İsrailoğullarının şiddet yanlısı olan
liderleri Firavun konumundadırlar. Filistinlilere düşen ise, Allah’ın o
dönemde İsrailoğullarına verdiği öğüdü tutmaktır: Sabretmek, Allah’a
güvenmek ve O’nun yolundan ayrılmamak.
|
BİR İSRAİL ASKERİ VAHŞETİ ANLATIYORLübnan’a ilk kez
19 yaşında, askere henüz yeni alındığımda gittim. Ve dahil olduğum
birlik şu anda ismini vermek istemediğim kasabaya gönderildi. Bir evin
kapısını kırıp içeri girdik, aileye bir kenara çekilmesini söyleyip,
orta yaşlı bir adamı dışarı çıkardık. Gözlerini bağladıktan sonra
ellerini arkaya bağladık ve ıssız bir yere götürdük. Dizlerinin üstüne
çökmeye zorladık ve başının arkasına silah dayadık, eğer konuşmazsa onu
öldüreceğimizi söylüyorduk. Tam o sırada BM görevlileri geldi ve adamı
bıraktık. Eğer gelmeselerdi, olay daha da ileri gidebilirdi. Ertesi gün
10 yaşında bir Lübnanlı çocuğu sırf alay etmek için aldık. Ailesini
zorla mutfağa kapadık ve çocuğu yakındaki bahçeye sürükledik. Komutanım
çocuğun yüzünü yerlere sürerken, ben silahı kafasına doğrultmuştum.
Komutan çocuğu kafasını uçurmakla tehdit ediyor olmasına rağmen,
çocuktan hiç ses çıkmıyordu. Daha sonra yeni bir bölüğe atandım. Yeni
mesai arkadaşlarım pisliğe daha alışıktılar… Yaşlılar, kadınlar ve
çocuklar ilan edilen sokağa çıkma yasağı nedeniyle 24 saat boyunca
evlerinde tutsak kaldılar. Erkekler ise meydana toplanmışlardı, hepsinin
gözleri bağlıydı ve sorgulama için sıralarını bekliyorlardı.
Acımasızlıklar bununla da sınırlı değildi. Bir istihbarat subayının oğlu
olan Omri’nin en büyük zevki, kasabalıların üzerine ateş açmaktı…
İsrail’in Lübnan’ı işgalinin ilk aylarında 12.000 – 15.000 insan
hayatını kaybetti, ölen İsrail askerlerinin sayısı ise sadece 360′dı.
İsrail’in kayıplarının hemen hepsi askerken, kurbanlarının çoğu sivil
halktı.
Bu satırların yazarı olan James Ron şu anda John Hopkins Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır.1
1- Boston Globe, 25 Mayıs 2000
|
İsrail’in Katliamları
Haganah, Irgun ve Stern gibi ateist Siyonist terör
örgütlerinin ve İsrail ordusunun 1948-1982 yılları arasında
gerçekleştirdiği toplu katliamların bir kısmı ilerleyen sayfalarda
verilmiştir. Bu saldırıların hiçbirisi silahlı ve saldırgan gruplara
karşı yapılmamıştır. İsrail’in tarihi, şiddet eylemleriyle, katliamlarla
doludur. King David Oteli’nin havaya uçurulması, masum köylülerin
işkence yapılarak öldürüldükleri 1948 yılındaki Deir Yasin katliamı,
1958 yılında Kibya Köyü’nde yapılan insanlık dışı katliam, Ariel
Şaron’un önderliğinde Sabra ve Şatilla mülteci kampında gerçekleştirilen
ve 3000′e yakın kişinin ölümüyle sonuçlanan katliam, 1990 yılında
Mescid-i Aksa’da 11 Filistinlinin ölümü ve 800′e yakın kişinin
yaralanmasıyla sonuçlanan saldırı, 1994 yılında Hz. İbrahim camisinde
sabah namazı esnasında gerçekleştirilen katliam, Kana Mülteci Kampı’nda
gerçekleştirilen katliam, 1999 yılında 4000 askerlik bir kuşatmayla
gerçekleştirilen tünel katliamı bunlardan sadece bir kaçıdır.
Bu baskın ve saldırıların yapıldığı yerlerde can
veren insanlar, kendilerini savunma imkanı olmayan masum halktır.
İlerleyen sayfalarda sıralanan katliamlar 1947′den bugüne süregelen
terör ve şiddet olaylarının sadece belli başlılarıdır. Bu rakamlar
ateist Siyonist şiddetin boyutlarını göstermesi açısından önemli olmakla
birlikte, bugün halen devam eden olaylar göz önünde bulundurulduğunda,
bu şiddetin verdiği zararı tarif etmekte yetersiz kalmaktadır. Nitekim
1947′den beri Filistin’den hemen her gün baskın, ölüm, işkence ve şiddet
haberleri gelmektedir. Örneğin Ekim 2000′den bu yana her gün
öldürülenlerin sayısı alt alta konulduğunda 2000′e yaklaşmaktadır. (Bu
rakama Savunma Kalkanı Operasyonunda hayatını kaybedenler dahil
değildir.) Diğer bir deyişle İsrail cinayetleri düzenli olarak her gün
devam etmektedir.
İsrail’in Yarım Asırdır Devam Eden Katliam ve Terör Olaylarından Bazı Örnekler
King David Oteli Baskını 1946 92 ölü
King David baskını, Irgun terör örgütü tarafından ve
dönemin en üst düzey ateist Siyonist yetkilisi David Ben Gurion’un
bilgisi dahilinde gerçekleştirildi. Bu baskınlarda İngiliz, Filistinli
ve Yahudilerden oluşan toplam 92 kişi hayatını yitirdi. 45 kişi ağır
yaralandı.
|
King David Oteline ateist Siyonist teröristler tarafından düzenlenen bombalı saldırıda İngilizlerin de dahil olduğu 92 kişi hayatını kaybetmiştir. |
Baldat El-Şeyk Katliamı, 1947, 60 ölü
150-200 İsrailli teröristin gece saat 02:00′de
gerçekleştirdiği ve yaklaşık 4 saat süren baskın neticesinde evlerinde
uyumakta olan kadın, çocuk ve yaşlılar da dahil olmak üzere 60
Filistinli can vermiştir.
Yehida Katliamı, 1947, 13 ölü
İlk kurulan ateist Siyonist yerleşim birimlerinden
biri olan Yehida’da Müslümanların üzerine İngiliz askeri kılığına girmiş
olan ateist Siyonist saldırganlar tarafından ateş açılmıştır.
Khisas Baskını, 1947, 10 ölü
İki araba dolusu Haganah mensubu, Lübnan sınırındaki Khisas kasabasına girmiş ve önlerine gelene ateş açmışlardır.
Qazaza Baskını, 1947, 5 Çocuk ölü
Rastgele bir eve saldırı düzenleyen Yahudi teröristlerin bu eylemi sonucunda 5 çocuk hayatını kaybetmiştir.
Semiramis Oteli Baskını, 1948, 19 Ölü
Müslümanları tedirgin edip Kudüs’ten çıkarmayı
amaçlayan bu eylemde İsrail’in ilk Cumhurbaşkanı David Ben Gurion
tarafından yönlendirilen teröristler otele yerleştirdikleri bombalarla
19 kişinin ölümüne ve otelin yıkılmasına neden olmuşlardır.
Naser Al-Din Katliamı, 1948
Arap askerleri gibi giyinmiş olan Yahudi teröristleri
karşılamak için evlerinden çıkan kasaba halkının üzerine ateş
açılmıştır. Ve bu baskında sadece 40 kişi hayatını kurtarabilmiş, kasaba
haritadan silinmiştir.
Tantura Baskını, 948, 200 ölü
Şu an yaklaşık 1500 Yahudi yerleşimcinin yaşadığı
Tantura’da 1948′de büyük bir Müslüman katliamı gerçekleştirilmiştir.
İsrailli tarihçi Teddy Katz bu baskını “Rakamlardan anlaşıldığına göre,
kesinlikle en büyük katliamlardan birisi” sözleri ile tanımlar.
Dahmas Camisi Katliamı, 1948, 100 ölü
Geleceğin Savunma Bakanlarından Moshe Dayan
tarafından yönetilen Komando 89 Birliği, Araplara ancak camide
toplanmaları koşuluyla güvende olacaklarını anons etmiştir. Ancak camiye
sığınan 100 kadar Müslüman toplu olarak katledilmiştir. Bu katliamdan
ürken Lyda ve Ramble sakinleri topraklarını terk etmiştir. Yaklaşık 60
bin Müslüman göç etmiş, ancak yolda 350 kişi daha kötü sağlık koşulları
nedeni ile hayatını yitirmiştir.
Dawayma Katliamı, 1948, 100 ölü
Dawayma baskını en büyük İsrail katliamlarından
birisidir. Öldürülenlerin büyük kısmı Cuma namazı için camide toplanan
insanlardır. Bu baskın esnasında da Filistinli kadınlar tecavüze
uğramış, evler insanlar içindeyken dinamitlenmiştir.
Houla Katliamı, 1948, 85 ölü
Houla’da İsrail askerleri 85 kişiyi zorla bir eve
doldurup sonra da evi ateşe vermişlerdir. Daha sonra korkuya kapılan
halkın büyük kısmı Beyrut’a göç etmiştir. 12 bin nüfuslu olan Houla’da
geriye 1200 kişi kalmıştır.
Salha Katliam, 1948, 105 ölü
Kasaba halkı zorla camiye doldurulduktan sonra, tek bir kişi bile sağ kalmayıncaya kadar halkın üzerine ateş edilmiştir.
|
FİLİSTİN HALKI YOK EDİLİYOR
Filistinlilerin maruz kaldığı zulüm yarım asırı aşkın bir zamandır devam ediyor. Şu an Filistin’de en az birkaç evladını İsrail kurşunlarına şehit vermemiş aile bulmak neredeyse imkansızdır. Bazı insanlar ise sakat kalmakta, resimde görüldüğü gibi parçalanmış yüzlerle yaşamlarını sürdürmektedirler. |
Deir Yassin Baskını 1948 254 ölü
Dünya gündeminin İsrail yanlısı basın tarafından
yönlendiriliyor olması, zaman zaman İsrail’de yaşananların tüm
çıplaklığı ile görülmesini engellemektedir. Ancak İsrail tarihinde öyle
şiddet ve zulüm olayları vardır ki, bunlar uluslararası kuruluşlar
tarafından detaylarıyla belgelenmiştir. Bu olaylardan birisi, 1948
yılında Deir Yassin adlı Arap köyüne Irgun ve Stern çeteleri tarafından
yapılan baskındır.
1948′de 9 Nisan’ı 10 Nisan’a bağlayan gece Deir
Yassin halkı hoparlörlerden gelen “kasabayı terk edin” sesleriyle
uyanmışlar, daha ne olduğunu bile anlayamadan ateist Siyonist militanlar
tarafından katledilmişlerdir. Kızıl Haç ve BM’in gözlemcilerinin olay
yerinde daha sonra yaptıkları incelemeler, evlerin ilk önce ateşe
verildiğini ve alevlerden kaçmak isteyen halkın ise kurşuna dizildiğini
göstermektedir. Baskın esnasında hamile kadınların karınları yarılarak
bebekleri dışarı çıkarılmış, kurbanların organları parçalanmış, çocuklar
dövülmüş ve tecavüze uğramıştır. Deir Yassin katliamı sırasında 52
çocuk annelerinin gözleri önünde öldürülmüş ve daha sonra da başları
kesilmiştir. 60′dan fazla kadın ise vücutları parçalanarak
öldürülmüştür.32 Baskından sağ olarak kurtulabilenlerden bir kadın yaşadığı dehşeti şu şekilde aktarmıştır:
Bir askerin 9 aylık hamile olan kızımı yakaladığını
gördüm. Makinelı tüfeğini önce çenesine doğrulttu, sonra içinde ki tüm
mermileri kızımın üzerine boşlattı. Hepsi birer kasaba dönüşmüşlerdi.
Daha sonra bir bıçak çıkardı ve kızımın karnını yarıp bebeğini dışarı
çıkardı.33
Baskını gerçekleştirenler yaptıkları katliamlarla da
tatmin olmamışlar, halen hayatta olan kadınları ve kız çocuklarını
çırılçıplak soyup, araçlara doldurmuşlar ve bu şekilde Yahudi yerleşim
bölgelerinde dolaştırmışlardır. Dönemin Kızıl Haç Filistin delegesi
Jacques de Reynier olaydan bir gün sonra Deir Yassin’e yaptığı ziyaret
esnasında parçalanmış cesetlerle karşılaşmış ve bu korkunç manzara
karşısında “Manzara dehşet vericiydi!” demiştir.34
|
Deir Yassin Köyü’nde yapılan katliamın ertesi günü bölgeye gidenler kesik başlı, karınları deşilmiş, parçalanmış kadın ve çocuk cesetleriyle karşılaşmışlardı. |
Baskın esnasında hamile kadınların ve çocukların da
dahil olduğu 280 kadar Müslüman önce sokaklarda dolaştırılmış, sonra da
kurşuna dizilmiştir. Öldürülen genç kızların çoğunun ırzına geçilmiş,
erkeklerin cinsel organları kesilmiştir. Ateist Siyonistler bazı
kurbanlarını öldürmek için bıçak kullanmışlardır. Raporlarda ortadan
ikiye biçilen küçük bir kız çocuğundan da söz edilmektedir.35
Belirtmek gerekir ki, bu vahşeti gerçekleştiren
gruplar, yasa dışı ve İsrail yönetiminin kontrolü dışında faaliyet
gösteren birtakım radikal örgütlenmeler değil, bizzat İsrail Devleti
tarafından yönlendirilen çetelerdir. Tarihte eşine az rastlanır bir
katliam olan Deir Yassin baskınını, ileride İsrail’in başbakanlığını
yapacak olan Menahem Begin’in liderliğindeki Irgun ve Stern çeteleri
gerçekleştirmiştir.
Menahem Begin tarafından “Eğer Deir Yassin zaferi
olmasaydı, İsrail Devleti de olmazdı” sözleriyle tanımlanan bu insanlık
dışı eylem, İsrail’in vahşet politikasının örneklerinden sadece biridir.
Ateist Siyonistler bu gibi baskınlarla, Filistin halkını dehşete
düşürüp topraklarından sürmeye çalışmışlardır. Böylece İsrail’e göç eden
yerleşimciler için yeni alanlar açılabilecektir. Nitekim ünlü ateist
Siyonist liderlerden Israel Eldad “… Deir Yassin olmasaydı, bugün İsrail
toprakları üzerinde hala yarım milyon Arap yaşıyor olacaktı. Ve tabi
İsrail Devleti de olmayacaktı.”36 şeklindeki sözleriyle bu gerçeği açıkça ifade etmektedir.
Bir nevi etnik temizlik olarak görülen bu katliam
girişimleri ateist Siyonistlere göre İsrail Devleti’nin kurulması için
gerekli bir girişimdir. Nitekim bu eylemler Deir Yassin baskınından
sonra da devam etmiştir. Pek çok insan ya topraklarını terk edip kaçmış
ya da Deir Yassin halkının başına gelenlerin benzerini yaşamıştır.
Ateist Siyonistlerin Arap köylerini boşaltmak için
düzenledikleri baskınlardan biri de, Ürdün sınırında bulunan 2000
kişilik Kibya Köyü’ne olmuştur. Pek çok gözlemcinin daha sonra olay
yerinde yaptıkları incelemeler, İsraillilerin insanlık dışı vahşetini
gözler önüne sermiştir. 13 Ekim 1953 tarihinde gerçekleşen Kibya baskını
esnasında yüzlerce ev yıkılmış, yarısından fazlasını kadın ve
çocukların oluşturduğu 69 sivil katledilmiştir. Şu anki İsrail Başbakanı
Ariel Şaron komutasındaki Unit 101 isimli birlik, yaklaşık 600 askeri
ile önce kasabayı kordon altına almış ve diğer tüm Arap köyleri ile
bağlantısını kesmiştir. Askerler daha sonra sabaha karşı 04:00′de
Kibya’ya girmişler ve sistemli bir şekilde evleri yıkıp, halkı
katletmişlerdir. Baskını bizzat yöneten Ariel Şaron, İsrail askerlerinin
gerçekleştirdikleri katlimanın ardından son derece soğukkanlı bir
açıklama yapmış ve “Aldığımız emir çok açıktı, Kibya diğerlerine örnek
olmalıydı” demiştir.37
Dönemin BM Ürdün Elçisi Dr. Yusuf Haikal’ın Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda ise baskın şu şekilde anlatılmıştır:
İsrail birlikleri kasabaya girmeleriyle birlikte, tüm
ev sakinlerini sistematik olarak öldürmeye başlamışlardır. Otomatik
silahların ve el bombalarının kullanıldığı bu baskında evler içinde
yaşayanlarla birlikte dinamitlenmiştir… 40 ev, kasaba okulu, su deposu
yıkılmış, 22 tane büyükbaş hayvan öldürülmüş ve 6 dükkan yağmalanmıştır.38
ABD’de yayınlanan ünlü Katolik dergisi The Sign da,
Kibya baskını sırasında yaşanan insanlık dışı olaylara yer vermişti.
Derginin editörü Ralph Gorman baskınla ilgili düşüncelerini şu şekilde
aktarıyordu: “Terör Nazilerin politik silahı idi. Ama Naziler bile
terörü İsraillilerin Kibya’da yaptığı gibi soğukkanlı ve vahşi bir
şekilde kullanmamışlardı.”39
Baskın sonrası olay yerine gelenlerin gördükleri
manzara dehşet vericiydi. Ölenlerin pek çoğunun kafasının arkasında
kurşun izi vardı, pek çoğunun ise başı kesilmişti. Yıkılan evlerin
enkazı altında kalarak canını kaybedenlerin yanı sıra, pek çok masum
kadın ve çocuk da vahşi bir şekilde katledilmişti.
Kafr Kassim Katliamı, 1956, 49 ölü
1956 yılında gerçekleşen Kafr Kassim baskını kadın,
çocuk, genç, yaşlı ayırt edilmeden 49 masum insanın vahşice katledilmesi
ile neticelendi. Olay İsrail’in Mısır’a karşı harekat başlattığı 29
Ekim 1956 tarihinde gerçekleşti. İsrail Güvenlik Güçleri sınır
güvenliğini sağlamak gerekçesiyle akşam üstü 16:00 gibi güvenlik turuna
çıktılar. Muhtarlara sınır kasabalarında sokağa çıkma yasağının 18:00′de
değil, 17:00′de başlayacağını duyurdular. Bu kasabalardan biri de Betah
Tekfa Yahudi yerleşim biriminin yakınında bulunan Kafr Kassim kasabası
idi.
|
Kafr Kassim baskınında İsrail askerleri yine masum bebekleri katletmişlerdi. |
Kasaba halkı sokağa çıkma yasağından 16:45′de yani
yasak başlamadan sadece 15 dakika önce haberdar edildi. Kasaba muhtarı
İsrail askerlerine, kasaba halkının büyük çoğunluğunun kasaba dışında
çalıştığını ve tam o saatlerde işlerinden döndüklerini, dolayısıyla
onları haberdar etmesinin mümkün olmadığını söyledi. Bu arada İsrail
askerleri bir yandan kasaba girişinde bariyer oluşturmaya başlamışlardı.
Öte yandan kasaba dışında çalışan halk da evlerine dönmeye başlamıştı.
Ve ilk grup kasaba sınırına geldi. Olayların bundan sonra ne şekilde
geliştiğini görgü tanıklarından Abdullah Samir Bedir şöyle anlatıyor:
Kasaba girişine saat 16:55 gibi geldik. 12 asker ve
bir komutan sınırda silahlı bir şekilde bekliyorlardı. Askerleri
selamladık. Bize “Memnun musunuz?” diye sordular. “Evet” diye
cevapladık. Bu arada askerler tek sıra olmuşlardı. Ve komutanları “ateş
edin” diye seslendi. Askerler bize ateş etmeye başladılar.40
Bu korkunç durumdan ölü taklidi yaparak kurtulan
Abdullah Bedir kuşkusuz bu vahşetle karşı karşıya kalan tek kişi
değildi. Askerler bu andan itibaren kasabaya giriş yapan tüm araçları
durdurup içindekileri kurşuna dizdi. Bunlar arasında 15-16 yaşında
çocuklar, genç kızlar ve hamile kadınlar da vardı. Öte yandan gürültünün
ve seslerin kaynağını merak eden kasaba halkı evinden dışarı adım
attığı anda yasağı ihlal ettiği gerekçesi ile kurşuna diziliyordu. Çünkü
İsrailli askerler sokağa çıkma yasağını ihlal edenleri tutuklama değil,
öldürme emri almışlardı.
İsrail Parlamentosu’nun resmi kayıtlarında da tüm
detaylarıyla yer alan bu olay İsrail Devleti’nin Müslüman halka karşı
izlediği politikanın en çarpıcı örneklerinden biridir.
|
Kendilerine: “Yeryüzünde fesat çıkarmayın”
denildiğinde: “Biz sadece ıslah edicileriz” derler. Bilin ki; gerçekten,
asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler.
(Bakara Suresi, 11-12) |
Han Yunus’ta bulunan mülteci kampına saldıran İsrail
askerleri 275 kişiyi katletmişlerdir. Daha sonra olay yerinde inceleme
yapan BM yetkilileri elleri arkadan bağlanmış ve enselerinden vurulmuş
cesetler bulmuşlardır.41
Gazze Katliamı, 1956, 60 ölü
Ateist Siyonistlerin Gazze’ye yaptıkları bu baskında çocuklar ve kadınlar da dahil olmak üzere 60 kişi öldürülmüştür.
Lübnan’da bulunan bu bölgeye İsrail uçaklarının
yaptığı saldırılar sonucunda 150 kişi ölmüş, 600′den fazla kişi de
yaralanmıştır.42
Hz. İbrahim Camisi Katliamı, 1994, 50 ölü
25 Şubat 1994 Cuma günü Filistin’de korkunç bir
katliam gerçekleştirildi. Müslümanların sabah namazını kılmakta
oldukları bir sırada ateist Siyonist bir Yahudinin Halil İbrahim
Camisi’ne düzenlediği saldırıda 50′den fazla Müslüman şehit edildi,
300′e yakın Müslüman da yaralandı. Yaralananların bazıları hastaneye
kaldırılırken veya hastanede can verdi.
Katliam, El-Halil yakınlarında bulunan Kirbât Erba
Yahudi yerleşim merkezinde oturan bir Yahudi tarafından
gerçekleştirildi. Daha sonra katliamı gerçekleştiren Yahudinin İsrail
ordusunda yedek subay olduğu ve “Kahane Yaşıyor” adlı ateist Siyonist
terör örgütüne mensup olduğu bildirildi. İsrail kaynakları saldırganın
askeri kıyafeti ile saldırıyı gerçekleştirdiğini açıkladı.
Saldırgan, Müslümanların sabah namazını kılmakta
oldukları bir sırada gizlice camiye girerek bir sütunun arkasına
saklanmış ve cemaatin rükuya gitmesiyle birlikte makineli tüfekle namaz
kılanları kurşun yağmuruna tutmuştur.
|
Kurulduğu günden bu yana defalarca İsrail bombalarına hedef olan Han Yunus Mülteci Kampı’nın harap olmuş binalarında ve çevresinde bugün 130.000′e yakın Filistinli yaşamaktadır.
1994 yılında fanatik Yahudiler tarafından Hz. İbrahim Camisi’ne yapılan saldırıda ibadet etmekte olan 40′dan fazla kişi ölmüş ve yüzlerce kişi de yaralanmıştır. Konu Time dergisi tarafından ‘Namazda Ölüm’ başlığı ile kapak yapılmıştır. |
Olaya şahit olanların anlattıklarına göre saldırgan
katliamı tek başına gerçekleştirmemiştir. O sadece tetiğe basmakla
meşgul oluyordu. Şarjörünün bitmesi halinde arkasındaki diğer ateist
Siyonistler seri bir şekilde şarjör değiştiriyorlardı.
Olaydan sonra İsrail askerleri katliamın
gerçekleştiği Halil İbrahim Cami’sini kuşatma altına aldılar ve
gazetecilerin olay yerine yaklaşmalarına engel oldular. Saldırıyı
protesto için cami etrafına toplanan Müslümanların üzerlerine ateist
Siyonist askerlerin ateş etmeleri üzerine de çok sayıda insan öldürüldü.43
Kana Katliamı, 1996, 109 ölü
Kana Mülteci Kampı’nın havadan bombalanması sonucu
çoğu çocuk ve kadın yüzden fazla insan hayatını kaybetti. O katliamda
kafaları kopan çocukların oluşturduğu acı manzaralar zihinlerden asla
silinmedi. BM inceleme heyeti Kana katliamının bilinçli olarak
gerçekleştirildiğini açıkladı.
|
Kana’daki katliam sırasında işgalci İsrail Kuvvetleri kundaktaki bebekleri dahi düşman olarak görüp, gözlerini kırpmadan katlettiler.
Kana’da yaşanan büyük katliamın fotoğraf karelerine
yansıyan bu görüntüleri, Filistin’de yaşanan zulmün gerçek yüzünü gözler
önüne sermektedir.
|
“Bebekleri alevlerden kurtarabilmek için hemen su
dolu kovalara koymak zorunda kaldım. Yarım saat sonra kovalardan
çıkardığımda, vücutları halen yanıyordu. Hatta morgda bile için için
yanmaya devam ediyorlardı.” Dr. Amal Shamaa, Barbir Hastanesi, 29 Temmuz
1982 – İsrail ordusunun Batı Beyrut’a fosfor bombaları atmasının
ardından.44
II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde Filistinlileri
sindirmek ve topraklarından sürmek için ateist Siyonistler tarafından
sistemli olarak düzenlenen terörist eylemler, binlerce masum insanın
hayatını kaybetmesine neden oldu. 1982 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgali
sırasında Sabra ve Şatilla kamplarına yapılan baskın ise tarihe en
kapsamlı ve en büyük soykırımlardan biri olarak geçti. Hıristiyan
Falanjist grupların İsrail askerlerinin desteği ve yönlendirmesi ile
gerçekleştirdikleri baskın esnasında, çoğu kadın ve çocuklar olmak üzere
3.000′den fazla insan katledildi. Katliam ile ilgili daha sonra yapılan
araştırmalar ve incelemeler dönemin Savunma Bakanı ve şimdiki İsrail
Başbakanı Ariel Şaron’un olayın sorumlusu olduğunu gösteriyordu. Bu
kanlı baskın nedeniyle Ariel Şaron halen “Lübnan Kasabı” olarak
anılmaktadır.
Ortadoğu uzmanı gazeteci Robert Fisk, baskının hemen
ertesinde olay yerinde gördüğü dehşet verici manzarayı, Lübnan Kasabı
Ariel Şaron’un İsrail Başbakanı seçilmesinin ardından yazdığı
makalesinde şöyle aktarmaktadır:
18 Eylül 1982′de Sabra ve Şatilla kampında bulunanlar
için Şaron, ardında şişmiş cesetler, tecavüz edilmiş, işkenceye uğramış
ve sonra da katledilmiş kadınlar ve bebekler bırakan bir kasaptır.
Olaydan 18 yıl sonra bugün bu caddelerde dolaşırken katliam manzaraları
hala gözlerimin önünden gitmiş değil. Biraz ötede Sabra Camisi’ne giden
yolda 90 yaşında, beyaz sakalı ve pijamaları ile Bay Nouri’yi görüyorum.
Ölü bedeninin yanı başında yün başlığı ve bastonu duruyor. İlerideki
dar sokakta yemek tencerelerinin yanında yatan iki kadın ceseti var,
beyinleri dışarı akmış. Kadınlardan birinin karnı yarılmış. Cesetin
birkaç metre ötesinde çürüdüğü için bedenleri morarmış, adeta bir çöp
gibi oraya fırlatılmış bebekleri gördüm… Cesetlerin kuruyan kanları
üzerinde sinekler uçuşuyor, ölü bedenlerin bileklerindeki saatler ise
hala çalışıyordu. Tırmandığım küçük rampayı aşabilmek için etrafa
dağılmış ceset parçalarını bir kenara itmem gerekiyordu. Biraz ötede ise
sırtından hala kan süzülen sevimli bir genç kız yatıyordu.45
|
Sabra ve Şatilla Mülteci Kamplarındaki bu korkunç katliam, dönemin Savunma Bakanı olan İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un emir ve talimatlarıyla gerçekleştirildi. |
Robert Fisk bir başka yazısında Sabra ve Şatilla
kamplarında yaralananların tedavi gördükleri hastaneleri gezerken
karşılaştığı manzarayı ise “Burada (Barbir Hastanesi) gördüklerimiz
unutulabilecek cinsten manzaralar değildi. Barbir Hastanesini ziyaret
etmek, silahın insan bedenine neler yapabileceğini görmek anlamına
geliyordu.” sözleri ile dile getirmekteydi.46
Başta kadınlar, çocuklar, yaşlılar olmak üzere
zavallı ve masum insanların maruz kaldıkları bu vahşet İsrailli
liderlerin ideolojisini göstermesi açısından oldukça ibret vericidir.
Katledilen kadınların büyük kısmı önce tecavüze uğramıştır. Hamile
kadınların ise karınları yarılarak bebekleri parçalanmış, henüz üç-dört
yaşındaki çocuklar ailelerinin gözleri önünde katledilmiştir. Erkeklerin
bir kısmının ise öldürülmeden önce burunları ve kulakları kesilmiş,
büyük kısmı da kurşuna dizilmiştir.
Fransız Le Monde gazetesi 13 Şubat 2001 tarihli bir
haberinde 1982 yılında gerçekleştirilen Sabra ve Şatilla katliamlarını,
bu katliamları yaşayan ve şu an 42 yaşında olan Nihad Hamad’ın ağzından
şu şekilde aktarmıştır:
İsrail Silahlı Kuvvetleri Çarşamba gecesinden
Perşembe sabahına sarkan süre boyunca kampı kuşatmıştı. Doğu tarafını
kuşatmak istiyorlardı. Mücahidlerimiz gitmişti. Buralarda on beş-on altı
yaşındaki gençlerin dışında kimse kalmamıştı
Perşembe gecesi,
bombardımanların şiddeti iki katına çıktı. Hafif silahların hiçbir
işimize yaramayacağını fark ettik. Barınaklardaki herkes mülteciydi.
Herkes korkuyordu. Sözlerine önem verilenler, yaşça büyük olan kişiler
İsraillilerin yanına gidip kampın teslim olacağını söylemeye karar
verdiler. Ellerine beyaz bir bez aldılar ve arabayla yola çıktılar. Ve
bir daha geri dönmediler. Ellerinde silahlarla, gençler de aynı yöne
doğru gittiler, onlar da ve onları bulmaya gidenler de bir daha hiç ama
hiç geri dönmediler. O zaman buraları hemen terk etmemiz gerektiğini çok
daha iyi fark ettik
Yüzlerce insan kampın kuzey çevresindeki aynı
ortak salona doğru kaçışıyordu. Sayımız o kadar fazlaydı ki neredeyse
havasızlıktan boğulacaktık. Sabah vakti, her yerde ölüm sessizliği
vardı, burası artık hayalet bir şehirdi. Bombardımanlar kesilmişti.
Arada bir sadece tek tek birbirinden ayırt edebilecek aralıklarda atış
sesi duyuluyordu. Sonra, sessiziliği delip geçerek, caminin olduğu
taraftan bir kadının feryatları yükseliyordu. Saçları karmakarışıktı,
parçalanmış giysileri kana bulanmıştı, üzerinde aklını kaçırmış bir
insanın havası vardı. Dizlerinin üzerinde boğazları kesilmiş çocukları
yatıyordu
Çok sert davrandılar ve bu cinayetlerin sessizlik içerisinde
cerayan etmesi için bıçaklarını ve beyaz ellerini kullandılar… Milisler
kamplardaki işlerini bitirdikten sonra pis işlerini Gazze’deki hastanede
tamamladılar. Yaralıları, doktorları ve hemşireleri dışarı taşıdılar ve
öldürdüler. Kaybolanlarla birlikte 3.000-3.500 kişinin katledildiğini
öğrendik.47
|
SABRA VE ŞATİLLA KATLİAMI
|
Bu korkunç manzara bugün “Araplar
beni bilirler, ben de Arapları” sözleri ile tanınan ve Müslüman Filistin
halkı için “ezilmesi gereken bir böcek” gibi küstah ifadeler kullanan
Ariel Şaron’un eseridir.48
1967 Savaşı’nın ardından 160 bin Filistinlinin Doğu Kudüs’ü terk edip
mülteci hayatı yaşamasına neden olan Şaron’un cezalandırma yöntemleri
arasında Filistinlilerin evlerini bombalamak, mülteci kamplarının
üzerinden buldozerle geçmek, yüzlerce Filistinli genci hiçbir gerekçe
göstermeden tutuklamak ve sonra işkenceye uğratmak da vardır. Ariel
Şaron’un Gazze bölgesinin güvenliğinden sorumlu olduğu dönemde ise
yüzlerce kişi suikaste uğramış, binlercesi tutuklanıp sınır dışı
edilmiş, yalnız Gazze’de 2 bin ev yıkılmış ve 16 bin kişi ikinci defa
sürgüne gönderilmiştir. Sabra ve Şatilla katliamları dışında 1982′de
İsrail’in Lübnan’ı işgali esnasında birkaç hafta içinde 14 bin insan
hayatını kaybetmiş (bunların 13 bini silahsız sivillerdir), yaklaşık
yarım milyon insan ise evsiz kalmıştır.
Burada bir kaç örneğini anlattığımız vahşet ve zulüm,
Filistin topraklarında elli yılı aşkın süredir kesintisiz olarak devam
etmektedir. Üstelik yukarıdaki örnekler çok fazla Filistinlinin aynı gün
içinde hayatını yitirdiği katliamlardır. Bu örneklerin dışında 1966
yılındaki Al Sammou katliamında 18; 1975 yılında Aitharoun katliamında
9; Kawnin’de 16 kişi; 1976 yılında Hanin’de 20; Bint Jbeil’de 23; 1978
yılındaki Adloun katliamında 7; 1979 yılında Abbasieh katliamında 80;
1980 yılındaki Saida katliamında 20 Filistinli İsrail işgalci güçleri
tarafından katledilmiştir. Bunların yanı sıra yıllardır hergün birkaç
kişi hayatını yitirmekte ya da sakat kalmaktadır. Ayrıca her gün evler
yıkılmakta, insanlar topraklarından sürülmektedir. Görülüğü gibi İsrail
Devleti’nin amacı düzenli bir etnik temizlik politikasıyla
Filistinlileri yıldırmak, topraklarından çıkarmak ve kendi isteklerini
kabul ettirmektir.
|
Tüm dünyanın gözü önünde bir halk katledilmekte, göz
göre göre soykırıma tabi tutulmaktadır. Ne var ki dünya devletlerinin
büyük çoğunluğu bu insanlık dışı ve vahşi uygulamaları göz ardı etmekte,
İsrail’in şiddete dayalı politikasını zaman zaman “kınamak” dışında
herhangi bir yaptırım uygulamamaktadır.
Öte yandan ünlü Ortadoğu uzmanı Noam Chomsky, Dünya
Düzeni: Eskisi Yenisi adlı eserinde İsrail Devleti’nin Filistin halkına
bakış açısını ve bunun ABD planlamacıları tarafından nasıl
değerlendirdiğini ise şöyle dile getirmektedir:
|
Arapların ve tüm dünyanın “Kasap” lakabı ile tanıdığı Şaron acımasızlığını her fırsatta gözler önüne sermektedir. |
Filistinlilere gelince, Amerikalı stratejistler,
İsrail hükümet uzmanlarının 1948′de yaptıkları, göçmenlerin ya başka bir
yerde asimile edilecekleri ya da ezilecekleri şeklindeki
değerlendirmesinden kuşku duymak için bir neden görmüyorlardı. Bazıları
ölecek, çoğu da toplumun süprüntüsüne dönüşüp, Arap ülkelerinin en
yoksul sınıflarına katılacaktır. Dolayısıyla onlar için kaygılanmaya
gerek yoktur. Olaylar geliştikçe somut biçime bürünen bu temel yorumlar, günümüze kadar değişmeden sürmüştür.49
İsrail ve Amerikan yetkililerinin bu öngörüsü bugün
yerine getirilmiştir. Üstelik İsrail Devleti’nin, kuruluş aşamasında ve
ilk yıllarında Müslüman halka karşı uyguladığı şiddet ve sindirme
politikası günümüzde de tüm hızıyla devam etmektedir.
Filistinli Müslümanlar tarih boyunca pek çok
Müslümanın yaşadığı sıkıntıların benzerlerini yaşamakta ve imtihan
olmaktadır. Allah Kuran’da o dönemin inananlarına (İsrailoğullarına)
Firavun’un yaptığı vahşeti şöyle hatırlatmaktadır:
Sizi dayanılmaz işkencelere uğrattıklarından Firavun
ailesinin elinden kurtardığımızı hatırlayın. Onlar kadınlarınızı diri
bırakıp, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için
Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. (Bakara Suresi, 49)
Elbette Allah sabredenlerin yardımcısıdır ve Allah’ın
kanunu gereği, sayıları az da olsa, güçleri ve imkanları sınırlı da
olsa kurtuluş her zaman samimi iman edenler içindir. Ancak
unutulmamalıdır ki, bu imtihan sadece Filistin’de yaşayan Müslümanlar
için değil, bu zulmü bilen ve şahit olan herkes için geçerlidir. Çünkü
Müslümanlar dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, hangi koşullar
altında bulunursa bulunsunlar mazluma ve zorluk içinde bulunan insanlara
yardım etmekle yükümlüdürler. Ve zorda ve darda olan insana yapılacak
en büyük yardım, o insanın içinde bulunduğu kötü koşulları temelden
ortadan kaldırabilecek bir yardımdır. Diğer bir deyişle, Filistin’de
kargaşa ve çatışmaların içinde hayatta kalma mücadelesi veren insanlar
için yapılacak en büyük yardım, her türlü çatışma, kaos ve anarşiyi
içinde barındıran -ve gerçekte ateist Siyonizmin de kökeni olan- dinsiz
anlayışla fikri mücadele yürütmektir.
| SABRA VE ŞATİLLA KATLİAMINDAN ARIEL ŞARON SORUMLUDUR
Sabra ve Şatilla Kampı’nda gerçekleştirilen büyük katliam, 17 Haziran
2001 tarihinde BBC’de yayınlanan The Accused (Sanık) isimli bir
programla birlikte yeniden gündeme geldi. Ariel Şaron’un 3.000 kişinin
hayatını yitirdiği bu katliamdaki rolünü sorgulayan programda,
katliamdan kurtulan canlı tanıklar 3 güne yakın süren büyük vahşeti
birinci ağızdan dile getirdiler. Programın sonunda çıkan sonuç ise
dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron’un yapılan katliamdan sorumlu olduğu
ve yargılanması gerektiğiydi. “SANIK” İSRAİL DEVLETİ’NİN BASKISINA RAĞMEN YAYINLANDI PANORAMA’NIN ORTAYA KOYDUKLARI Sabra ve Şatilla katliamı uzun zamandır Müslüman Araplarla savaş halinde olan Hıristiyan Falanjist gruplar tarafından gerçekleştirdi. Ama bu grupları baştan beridir destekleyen, örgütleyen ve silahlandıran İsrail’di. Keane, programında Falanjistlerle İsrail Devleti arasındaki ilişkiyi şu şekilde tanımlıyordu: Falanjlar karizmatik ve merhametsiz Beşir Cemayel tarafından yönetiliyordu. Cemayel, İsrail’in Lübnan’daki ana müttefikiydi. İsrail’in Mossad’ı onunla yapılan toplantılardan, Filistin problemini ortadan kaldırmak istediğini biliyordu. Beşir’in Başbakan seçilmesi kamplardaki insanları endişelendirdi. Ancak İsrail Devleti tarafından kamptakilere güvenlikte olduklarına dair güvence verildi. Kamplardaki Filistinlilere birşey olmayacağına dair garanti veren İsrail ordusu, katliam günü tüm gücüyle Falanjistlerin arkasındaydı. İsrail ordusu katliamın öncesinde Sabra ve Şatilla kamplarını günlerce bombalayıp kontrolü altına aldı. Daha sonra tüm kamp kapılarını tutarak, izni olmadan giriş-çıkış yapılmasını engelledi. Gece boyu işaret fişekleriyle aydınlık bir ortam hazırlayarak ve 40 saat boyunca hiçbir müdahalede bulunmayarak Falanjistlere vahşi katliamları için süre ve imkan sağladı. Kamptan çıkmaya çalışan ve çıkış noktalarına kadar gelmeyi başarıp, yardım isteyen Filistinlileri ölüm tehdidiyle geri döndürerek, katliamın devamını kolaylaştırdı. Keane’nin ifadesiyle “molozlar arasında kafa derisi yüzülmüş çocuklar, hadım edilmiş genç adamlar” vardı. Programda konuşan Sabra ve Şatilla katliamının canlı tanıklarından Nabil Ahmed ise yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:
Falanjistlerin yaptığı katliam tarif edilecek gibi değildi. Programda İsrailli bir subayın verdiği bilgi ise Falanjistlerin Müslümanlara olan düşmanlıklarını çok açık bir şekilde açıklıyordu. İsrailli Paraşüt Tugayı Komutanı Yoram Yair, kendisini arayan bir Falanjist yetkilinin korkunç sözlerini şöyle anlatıyordu: … ‘Bana bir iyilik yapmanı ve daha fazla getirmeni istiyorum’ diyordu. ‘Ne o?’ diye sordum. ‘Dinle, er ya da geç Batı Beyrut’a gireceksiniz. Bana fazla Filistinli kanı getirmeni istiyorum, Onu içmek istiyorum.’ diyordu. İsrail ordusunun güvenlik şemsiyesi altında gerçekleştirilen bu katliamın her aşamasından dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron haberdardı. Keane, Şaron’un katliamdaki rolünü ise şu şekilde açıklıyordu: Ariel Şaron Çarşamba sabahı kamplarda FKÖ güçlerinin olduğu yönündeki kanaatini ısrarla tekrar ederek Beyrut’a geldi. Beyrut’un ve mülteci kamplarının komutanı Amos Yuron da dahil olmak üzere, kıdemli subaylarına danışarak vahim bir emir verdi. ‘Sadece bir öğe, İsrail Savunma Güçleri, bölgedeki güçleri idare edecek. Kamplardaki operasyonlar için Falanjistler gönderilmeli’. Daha sonra Beyrut operasyonunu konuşmak için Falanj karargahlarına gitti… Liderlerinin ölümünden bir gün sonra, Falanjistlerden Filistin kamplarında savaşmalarını istiyordu. Sizce Ariel Şaron’un, Falanjistleri bir Filistin mülteci kampına, savunulmayan bir kampa gönderirse ne olacağına dair herhangi bir şüphesi olabilir mi?” Keane bu soruyu pek çok yetkiliye sordu. Dönemin ABD Ortadoğu Temsilcisi Morris Draper’a, BM Savaş Suçluları Mahkemesi eski Başsavcısı Richard Goldstone’a, Princeton Üniversitesi’nden Prof. Richard Falk’a ve diğer yetkililere… Hepsinin ortak cevabı Ariel Şaron’un bu katliamdan birinci dereceden sorumlu olduğu ve savaş suçlusu olduğu yönündeydi. Örneğin Goldstone düşüncelerini “Eğer emri veren kişi masum sivillerin yaralanacağı, ya da öleceği bir durumun varlığını biliyorsa, ya da bilmesi gerekiyorsa, … o zaman bu kişi, benim kitabıma göre, emirleri uygulayanlar kadar, hatta daha da fazla sorumludur” şeklinde açıklıyordu. Programda bu kanaatleri tasdik eden bir telefon konuşmasına da yer veriliyordu. İsrailli gazeteci Ron Ben Yishai katliamın ikinci gününde Ariel Şaron ile aralarında geçen konuşmayı şu şekilde aktarıyordu: Onu evde uyurken buldum. Uyandı ve ona ‘Dinleyin kamplarda öldürme ve katliamlarla ilgili hikayeler var. Birçok subayımız bunu biliyor ve bana bunu söylediler ve onlar biliyorlarsa bütün dünya bunu öğrenecektir. Bunu hala durdurabilirsiniz.’ dedim. Katliamın aslında 24 saat önce başladığını bilmiyordum. O zaman başladığını sanmıştım ve ona ‘Bakın, bunu durdurmak için hala zamanımız var. Bununla ilgili birşeyler yapın.’ dedim. Bir tepki vermedi. Kısacası Ariel Şaron, yıllardır inkar ettiğinin aksine, katliamdan haberdardı, katliamın kararını Falanjistlerle birlikte vermişti ve kendi sorumluluğu altında olan kamplardaki katliamları durdurmak için hiçbir şekilde müdahale etmemişti. Panorama’nın ortaya koyduğu bu gerçek, aslında bu konuyu yakından takip edenlerin, yaşananlara tanıklık edenlerin yıllardır dile getirdikleri bir gerçekti. Ancak programın bu kadar dikkat çekmesinin nedeni, İsrail Devleti’ni ve şu anki Başbakanı Ariel Şaron’u doğrudan suçlayan ifadelerin ilk kez BBC gibi bir kanalda gündeme getirilmesiydi.
Panorama’nın yayınlanmasının ardından çok ilginç olaylar cereyan etti. Programda Ariel Şaron’un uluslararası savaş suçlusu olarak yargılanması gerektiğini vurgulayan Princeton Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Richard Falk şunları söylemişti: Ben kesinlikle sahip olduğu veya sahip olması gerektiği bir bilgi yüzünden suçlanabileceğini düşünüyorum. Falk bu açıklamalarının ardından ölüm tehditleri almaya başladı. Kısa sürede evi ve ailesi polis koruması altına alındı. Yahudi Devleti, gerçeklerin ifade edilmesini yine şiddet, baskı ve tehdit yöntemleriyle engellemeye ve insanları susturmaya çalışıyordu. Ancak Independent gazetesine açıklama yapan Falk, vicdanının rahat olduğunu ve gerçekleri söylediğini ifade etti.
Gerçekte ise sorun sadece Ariel Şaron’la sınırlı olmayan, asıl olarak İsrail’in devlet ideolojisinden kaynaklanan bir sorundur. Bunu görebilmek, Sabra ve Şatilla vahşetinin ardındaki felsefeyi anlayabilmek için, İsrail’in temellerine bakmak gerekir.
|
26- Roger Garaudy, Siyonizm Dosyası, s 99
27- Roger Garaudy, Siyonizm Dosyası, s. 101
28- Roger Garaudy, Siyonizm Dosyası, s. 93
29- Davar Gazetesi, 9 Haziran 1979
30- Dr. Hamdan Badr, The Role of The Hagana Organization in the Establishment of Israel, Amman, 1985, s 303
31- Flora Lewis, Israel Defies Itself With These Assassinations of Palestines, International Herald Tribune, 12 Ocak 2001
32- www.hatedbooks.com/book/2.htm
33- Arafat Hijazi, Deir Yassin: The Roots and Dimensions of the Crime in Zionist Thought, s 63
34- www.hatedbooks.com/book/2.htm
35- Lemi Brenner, The Iron Wall: Zionist Revisionism from Jabotinsky to Shamir, Zed Books, London, 1984, ss. 141-143
36- De’ot, 23 Şubat 1968
37- The Memoirs of Ariel Sharon, tercüme Antoine Abir, Beyrut, 1991, s 110
38- www.hatedbooks.com/book/2.htm
39- www.hatedbooks.com/book/2.htm
40- www.hatedbooks.com/book/2.htm
41- Michael Palumbo, Imperial Israel, Bloomsbury Publishing, London, 1990 pp. 30 – 32, citing UN General Assembly: Official Record, 11th session supplement, nop.
42- www.ummah.net/unity/palestine/massacres.htm
43- Ahmet Varol, www.vahdet.com.tr
44- Robert Fisk, Pity the Nation, Andre Deutsch, Londra, 1990, s 9
45- Robert Fisk, The Legacy of Ariel Sharon, The Independent, 6 Şubat 2001
46- Robert Fisk, Pity the Nation, Andre Deutsch, Londra, 1990, s 9
47- Le Monde, 13 Şubat 2001
48- Haithem El-Zabri, Rivers of Blood : A New Sharon Episode, The Palestine Monitor, 2 Şubat 2001
49- Noam Chomsky, Dünya Düzeni: Eskisi Yenisi, Metis Yayınları, Nisan 2000, s 305
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder